İlk gün orman havasını bol bol içimize çektikten sonra ikinci güne de ne zamandır görmek istediğim Şirince ve Efes'i ayırdık. Tabii geçerken de bir Nazar köy yaptık. Şirinceden bol bol şarap aldık. Doktorlar şarabı özellikle benim gibi kansızlık sorunu olan kişilere günde bir bardak tavsiye ediyorlar tabii özellikle kırmızı meyve şaraplarını...
Şirince çok güzel bir köy; mimari yapısı, doğası, şarapları,tarihi hepsine hayran kaldım. Keşke Ege de bir yerde doğmuş olsam bu topraklar memleketim olsa demedim değil ama benim caanım trakyamın da gözünü seveyim o ayrı!
Özelikle Efes'i gezerken bir zaman makinası olsa neler neler yapardık geçmişte hangi dönemlere giderdik eşimle sürekli hayaller kurduk. Tabi ki beyimizin en büyük hayali o dönemlere şimdi ki digital fotoğraf makinası ile gidip her şeyi tek tek kaydetmek... Öyle bir imkan olsa o zamanda bizi ya tanrı yapar taparlar ya da şeytan deyip asarlar dı ya neyyse :)) Efes'e hayran kaldım imkan olsa günlerce çıkmazdım oradan.
Bu arada Nazarköy de boncuk sanatı tahmini 1950 yılından bu yana yapılmakta. Özellikle lisede cam işlemeciliği bölümünü okuyunca burada ki cam ocakları beni mest etti. Köyün gençleri bu sanatı ileriki nesillere taşımaya devam ediyor. Ha bu arada adam orada sanat icra ederken içeri giren hanım teyze "başka iş mi bulamadınız, iş mi kalmadı da bu işi yapıyorsunuz?" deyince sinirlerim tepeme vurdu. Çemkirip "sen şu dünyada ne yaptın teyze torunlarına gelecek nesile bırakacağın bir sanatın varmı?" diyesim geldi de sus Aslı dedim...
Neyse efenim biraz da fotoğraflar konuşsun...
Canlarım benim nasıl da sıra sıra dizilirlermiş :)